top of page
Yazarın fotoğrafıcennetulkvk

JEOLOJİNİN PRENSİPLERİ NASIL ORTAYA ÇIKTI? BU PRENSİPLER NELERDİR?

Güncelleme tarihi: 6 Eki 2020

Herkese merhaba, bu yazım ile jeolojik zaman ile ilgili paylaşacağım serinin ilk konusuna başlıyorum. Uzun bir konu bu yüzden parçalara ayırmaya karar verdim.

Jeolojik zaman yeryüzünde dünyanın başlangıcından bu yana meydana gelmiş tüm jeolojik olayları kapsıyor.


Eğer ben şu an tüm jeolojik olayları anlatırsam,

Nereden çıkmış bu fikir?

Nasıl çıkmış?

Kim demiş Jurasik döneminde dinazor var diye?

Saçmalığın daniskası!

Gibii dolu sorularla ve eleştrilerle beyninizi meşgul edeceğini düşündüm :)))) ve bu yüzden öncesinde çalışmaların ne olduklarını ve nasıl bu aşamaya gelindiğini açıklayarak bu soruları kafanızdan silmeyi umuyorum. Öncelikle tabi ki de bu bir yaş tablosu olduğu için bu yaşlandırmalar nasıl gerçekleşti bu soruyla başlayalım.


Bu yazı da Jeolojik prensiplerden yani bağıl yaşlardan bahsedeceğim. Peki nedir bu bağıl yaş? Bağıl yaş dediğimiz şey kesin bilgiler içermez elementleri ya da mineralleri kullanmaz. Ama çok güçlü bir mekanizmayı yani günümüzü kullanır!

Nasıl yani? Nasıl oluyor da günümüz geçmişi anlatacak bize?



İşte bu fikir ilk olarak antik yunan da Aristotales' in kayaların içerisinde plajda yaşayan canlıları görmesiyle çıkmış.



Aristotales, kayalardan gelen fosil deniz kabuklarının, sahilde bulunanlara benzediğini ve fosillerin bir zamanlar yaşayan hayvanlar olduğunu fark etmiş. Rönesans döneminde fosillerin daha bilimsel görüşleri ortaya çıkmış. Leonardo da Vinci, Aristoteles' in fosillerin antik yaşamın kalıntıları olduğu görüşüyle ​​hemfikirdi.



17. yy' da işte burası jeolojinin prensiplerini ortaya çıkaracak en önemli zamanlardan biri.


Ekim 1666'da, iki balıkçı Liverno kenti açıklarında büyük bir köpek balığı yakalarlar ve bunun haberini alan Toskana grandükü Ferdinando II de'Medici yakalanan hayret verici bu köpek balığının incelenmesi için kafa kısmının Steno'ya getirilmesini emreder. Steno parçalara ayırdığı kadavrayı dikkatle inceleyerek buna dair elde ettiği bulguları 1667 yılında yayınlar.



Steno, köpekbalığı dişlerinin, kaya oluşumları içinde gömülü bulunan glossopetrae yani "dil taşları" ile şaşırtıcı derecede büyük benzerlikler taşıdığını fark eder.



Bazı antik dönem yazarlar, örneğin Romalı Antik yazar Plinius gibi, onun "Doğa Tarihi" isimli eserinde, bu taşların gökten ya da Ay'dan düştüklerini öne sürmüştür. Bu antik dönem yazarların fikirlerini takip eden diğerleri de, bu fosillerin taş ve kayalar içinde kendiliğinden doğal olarak büyüdükleri görüşündeydiler.




Steno ile aynı çağda çalışmalar yapmış biri olan Athanasius Kircher, Aristotelesçi bir yaklaşımla, bahsi geçen fosillerin "tüm geokozmik vücudun (vahdeti vücut) taşa çevrilmiş bir fazileti" olarak tanımlamış ve yeryüzünün doğal bir özelliği olarak kabul etmiştir.


Ancak Fabio Colonna, 1616 yılında yayınlanan De glossopetris dissertatio isimli eserinde zaten dil taşların, glossopetrae'nın köpek balığı dişleri olduğunu kesin bir şekilde göstermiştir.


Steno, Colonno'nun teorisine ek olarak glossopetrae ile yaşayan köpek balıklarının dişleri arasında kompozisyon farklılıkları olduğuna dair yeni bir tartışma konusu ekler. Steno, bu dönemdeki nesnecik kuramını da kullanarak, fosillerin şekil değiştirmeseler bile, sahip oldukları ilk kimyasal bileşimlerin zaman içinde değişebileceğini öne sürer. Steno'nun köpek balığı dişleri üzerindeki çalışması onu, böyle bir kaya veya kaya katmanı gibi herhangi bir katı nesnenin başka bir katı nesnenin içinde nasıl gelmiş olabileceği sorusuna yöneltir.


Steno'nun ilgisini çeken sadece "katı nesne içindeki katı organ parçaları" değildir. Aynı zamanda, bizim bugün tanımladığımız gibi mineraller, kristaller, kireç oluşumları, kireç kabukları, kaya ve taş damarlar gibi tüm kaya katmanları ve tabakaları da ilgilendiriyordu.



Steno, buna dair yaptığı jeolojik çalışmaları 1669 yılında, "De solido intra solidum naturaliter contento dissertationis prodromus" veya "Katı Bir Nesne İçinde Doğal Olarak Kaplanmış Bulunan Katı Bir Vücut Hakkındaki Bir Ön Söylem" isimli bir kitabını yayınladı.





Steno fosillerin, yaşayan organizmalar olduğunu belirten ilk kişi değildi; nitekim aynı çağda yaşamış Robert Hooke ve John Ray de fosillerin, bir zamanlar yaşayan organizmaların kalıntıları olduğunu savunmuştur.1669 tarihli "Dissertationis prodromus" isimli kitabında stratigrafi biliminde bugün de itibar edilen beş ilkeden üçünü belirlemiştir:





1) Üst üste bulunma prensibi/süperpozisyon prensibi (principle of superposition) 


Ardışık taşkınlar önceki çökellerin üzerine gelen ya da depolanan yeni çökel tabakalarını oluşturur. Bu çökel tabakaları taşlaşarak çökel kayaç haline gelir. Bu yüzden bozulmamış bir çökel kayaç tabakası diziliminde en yaşlı tabaka altta ve en genç tabaka üsttedir. Bu üst üste bulunma ilkesi katmanların ve içerdikleri fosillerin göreceli yaşlarının belirlenmesi için temeldir.





2) Orijinal yataylık prensibi (principle of original horizantality) 


Steno aynı zamanda çökel tanelerinin yer çekimi etkisi altında suda çökeldiğinden ötürü sedimanın başlangıçta orijinal yataylılık ilkesini gösterir şekilde temelde yatay tabakalar olarak depolandığını gözlemiştir. Bu yüzden yataydan eğimlenen çökel kayaç tabaka istifi depolanma ve katılaşma sonrasında eğimlenmiş olmalıdır.





3) Yanal devamlılık prensibi (principle of lateral continuity)


Steno’nun üçüncü ilkesi olan yanal devamlılık ilkesi, çökellerin depolanma havzasının kenarında incelene, sıkışana ya da sönümlenene kadar tüm yönlerde yanal olarak yayıldığını belirtir. Sedimanter birimler depolandıkları ortama bağlı olarak uzun mesafelerde devamlılıklarını korurlar.



Bu ilkeler, Jean-Baptiste L. Roma de l'Isle tarafından 1772 yılında uygulanarak geliştirilmiştir. Steno'nun, farklı dönemlerdeki farklı canlıların fosil kayıtlarında kronolojik bir sıralama olduğuna ve tabaka istifinin altındaki fosillerin tabakanın üstündekilerden daha yaşlı olduğuna hüküm verdiği Landmark Teorisi, Darwin'in doğal seçilim yoluyla evrim teorisinin oluşmasında başlıca bir etken oluşturmuştur.


18. yy'ın başlarında James Hutton kayaların ayrışmasıyla toprakların nasıl oluştuğunu ve Dünya yüzeyinde tortu tabakalarının nasıl biriktiğini göstermiş ve geçmişte olan doğal olayların bugün olan olaylara benzediğini bizlere tekrar hatırlatmıştır.



Günümüz geçmişin anahtarıdır!

(Tek örneklilik ilkesi)


Ancak Hutton ve Steno'nun bu görüşlerini jeologlara geniş ölçüde kabul ettirmesini sağlayan Charles Lyell'dir.



Lyell avukatlık okurken prof. William Buckland ile bir söyleşide tanışmasıyla jeolog olmaya karar veriyor. Çalışmalarını Hutton'ın ilkesi üzerine yapıyor ve Poulett-Scrope' ın volkanlar ile ilgili çalışmalarından etkilenerek Quarterly Journal’ da tanıtım yazısı ele alıyor.









Lyell, Principles of Geology (Jeolojinin temel ilkeleri) adı altında 3 cilt olarak 1830-1833 yılları arasında bu kitapları yayımlamış ve bugün bu kitap ile jeoloji biliminin en büyük temel taşlarından birini oluşturmuştur.





Ve işte Jeolojinin prensipleri işte bu şekilde ortaya çıkıyor. Şuan hali hazırda kabul edilen jeolojinin tüm ilkeleri :


Bir örneklilik ilkesi

İstiflenme ilkesi

Faunal istiflenme ilişkisi

İçeren-içerilen ilişkisi

Kesen-kesilen ilişkisi

Pumpelly kuralı

Litolojinin yanal değişimi'dir.


Bir sonraki yazıda bunlara değineceğim. Şimdilik kendinize iyi bakın! Hepinize sağlıklı günler diliyorumm :))


Dilerseniz Youtube kanalımda ki son videoyu izleyebilirsiniz abone olmayı unutmayın lütfen! :)))




Referanslar:

Steno, N. (1916).The prodromus of Nicolaus Steno's dissertation concerning a solid body enclosed by process of nature within a solid. Macmillan.

Fitch, F. J., Forster, S. C., & Miller, J. A. (1974). Geological time scale.Reports on Progress in Physics,37(11), 1433.


139 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page